Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

Türk Çiçek Kültürü Üzerine Eşsiz Bir Eser

Medeniyetimizin, dilimizin, gönlümüzün mühim nesnelerinden biridir çiçek. Bağ bahçe süsler, şiir süsler, ceket bile süsler. “Karanfil bed renk olur, aşka düşen denk olur” diye türküler yakılır, “gülü gül ile tartanlar” “hangi bağın gülüsün?” diye sorarlar, Boğaziçi erguvanlarla bezenir. “Allah güzeldir, güzeli sever” hadis-i şerifi mucibince etraf güzelliği sembolize eden çiçeklerle güzelleştirilir. Çiçeği hayatımızın her alanında kullanırken acaba çiçeğe, çiçek yetiştiriciliğine, çiçek cinslerine, çiçek kitaplarına dair neler biliriz? Şimdilik bildiğimiz kadarıyla bu konularda en bilgili, en meraklı yazar Cevat Rüştü Bey.

Cevat Rüştü’yü Ötüken Neşriyat’tan çıkan “Türk Çiçek Kültürü Üzerine Cevat Rüştü’den Bir Güldeste” kitabı ile tanıdım, maalesef ki daha önce hiç duymamıştım bu ismi. Kitabı hazırlayan Nâzım Hikmet Polat tarafından yapılan çalışmalar neticesinde pek az bilinen bir isim ve eser ortaya çıkmış. Polat’ın önsözde belirttiğine göre çeşitli tarihlerde Orhan Okay, Mustafa Kutlu, Ergun Göze, Hüsrev Hatemi gibi isimler bu kitaptan bahsetmişler.

Ahmet Mithat Efendi’nin rahle-i tedrisinden geçmiş

Cevat Rüştü Bey 1885’te İstanbul’da doğar, 1936’da Hakk’a yürür. Kendisinin çok geniş bir ilgi sahası vardır; çevre, peyzaj, ziraat, çiçek, yazma eser, spor, siyaset ve bilim tarihi bunlardan birkaçıdır. Muhakkak ki bu ilgi sahalarında Ahmet Mithat Efendi’nin payı da büyüktür. Çünkü Cevat Rüştü Bey, Ahmet Mithat Efendi’nin de bulunduğu Beykoz’da büyümüştür. Ahmet Mithat, Beykoz’da gençlerden oluşan bir grup kurar ve bunlara kendi yalısında musiki, inşad, tarih, temaşa dersleri verir. Rüştü’nün Fransa’da yaptığı yüksek tahsilde de Ahmet Mithat’ın etkisi gözlenir; “Oğlum Cevat! Git, tahsil et de gel, çiftlikte seninle beraber çalışalım.” diyerek onun Fransa’da Montpellier Yüksek Ziraat ve Houdau Tavukçuluk Mektebi’ni bitirip yurduna dönmesine vesile olur.

Çoğunluğu İkdam’da olmak üzere pek çok gazetede yazıları yayınlanır. Her ne kadar Çiftçiler Derneği partileşme kararı aldığında Cevat Rüştü buradan ayrılsa da Milli Mücadele yıllarında Ahali İktisat Fırkası’ndan mebus adayı gösterilmiştir. Bundan başka da Türkiye Zürrâ Fırkası’nın genel sekreterliğini yapmıştır. Burada aradığını bulamayıp çok sonraları da Cumhuriyet Halk Fırkası’na başvurmuştur. Milli Mücadele yıllarında Cevat Rüştü bir Müdafaa-i Milliye Teşkilatı üyesidir.

Rüştü hakkındaki mühim bir ayrıntı daha vardır; muallimlikte Âkif’in halefi oluşu. Mehmet Âkif Ersoy, o yıllarda Anadolu’ya geçip mücadeleye katılır. Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi’ndeki yerine ise Cevat Rüştü atanır. Türkçeci bir yazar olan Rüştü, cumhuriyetten sonra da Türk Dil Tetkik Cemiyeti’nde görev alır. Muhtemeldir ki cemiyete botanik, ziraat, çiçek konularında yardımcı olmuştur.

“Türkiye’ye gidersem çınarları için gideceğim”

Cevat Rüştü bu toprağın pek çok insanı gibi tabiata öylesine bağlıdır ki 1918’de Adalar’da asırlık çamlar kesilirken yüreği yanar. Buna isyan eden bir yazı yazarken bir yandan da Beykoz’da kesilen ağaçlardan bahseder. O cesim çınarlar kesilip yıkılırken sanki kendisi de yıkılır. Ahmet Mithat’ın “Bu çınarların kadr ü kıymetini şayet Avrupa’ya gidersen anlarsın” sözü gerçekleşir; Fransa’da anlar çınarın ne demek olduğunu. Hocası Mösyö Bauvier de  “Türkiye’ye gidersem çınarları için gideceğim, çünkü Türkiye’nin bir ismi de çınarlar memleketidir.” demektedir.

Köylerimizdeki tarlalarımıza da yabancılar girmesin

1. Dünya Savaşı’ndan sonra iş yapmak lazımdır. Herkesin kâbiliyetine göre iş yapması en güzelidir. Cevat Rüştü de kâbiliyeti ve ilgisi mucibince der ki; “Sen çalışmazsan ‘benim!’ dediğin bu topraklarda kim ekip biçer? Sen çalışmazsan bütün vatan, millet, hükümet de çalışamaz; sonra halimiz neye varır? Memleketin dağını bağ, çöplüğünü çiçeklik yapacak sensin. Hem sen kendi elinle ekip biç. Şehirlerimizin sokaklarına olduğu gibi köylerimizdeki tarlalarımıza da yabancılar girmesin. Büyük şair dedelerimizden biri bak ne söylemiş: Kendi destiyle eken hayr görür / Gayra ektirse anı gayr görür.”

Bu pasaj aslında Cevat Rüştü’nün özeti gibidir. Pek çok yazısında mesleğini vatan sevgisi ile yoğurmuş, bu yüzden toprağını gerçekten toprağı ile yüceltmeye çalışmış, sürekli gayretten ve iş yapmaktan bahsetmiştir. Ayrıca kullandığı beyit, onun klasik ve halk edebiyatı dağarcığından bir katredir. Her bahiste, her çiçek isminde, her ziraî mevzuda bir beyit ya da dörtlük ile zevklendirir insanların gönlünü. Cevat Rüştü aslında bilerek ya da bilmeyerek çiçeklerle insanın gözünü, beyitlerle gönlünü hoş eder. Nazım Hikmet Polat’ın da dediği gibi; “Sıradan bir ziraatçı, ekim ayında dikilecek çiçekleri söylemek için sadece onların isimlerini sayar. Fakat Cevat Rüştü aynı konuyu yazarken anacağı bir çiçek ismini kendinden önce şiirleştirmiş bir şairi, yani kendisi gibi bir dil ustasını hatırlar, hayal ettiği çiçek bahçesinin ruha şifa güzelliğini yazısına taşır. Diğer bir ifade ile O, adeta kelimelerden bir çiçek bahçesi, bir dil bahçesi kurar.”

Ziraat mecmuaları, ziraat dernekleri, hatta ziraat partileri

Cevat Rüştü’nün devrinde pek çok ziraat mecmuasının yayınlanması, derneklerin kurulması, hatta ziraat partileri beni bir hayli şaşırttı. Çiftçiler Derneği Mecmuası, Bahçıvan Dergisi, Yeni Ziraat Gazetesi, Ziraat Hayatı, Yeni Çiftçilik, Ziraat Gazetesi sadece Cevat Rüştü’nün çıkardığı ya da muharriri olduğu mecmualardır. Osmanlı Çiftçiler Derneği, Ziraat Cemiyeti,  Halkalı Mezunîn Cemiyeti, Ziraat Mektepleri Mezunları Cemiyeti de o günlerde ziraat namına teşekkül olunan cemiyetlerden birkaçı. Cevat Rüştü bunların içinde ve yönetiminde bulunmuştur. Şu an bile Türkiye’de bu kadar yoğun bir ziraat çevresi var mıdır, bilinmez.

Cevat Rüştü, Keçecizade Reşat Fuat Bey, Ahmet Rasim ve Bursalı Mehmet Tahir gibi isimlerle kitap merakı etrafında dost olmuştur. Bursalı Mehmet Tahir Bey’den öğrendiği bir bilgi onu çok heyecanlandırır, bizi de şaşırtır. Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi yanındaki Revan Köşkü revakında asılı duran bir saban varmış. Cülûs törenleri sırasında, bu sabanın muhafaza edildiği yerde padişahın bahçe toprağına el sürerek ziraata olan meyli ve teşviki ifade etmesi milli bir gelenekmiş.

Es-seyyid Halil Efendi tohumu

Cevat Rüştü’nün yazılarında kâh 12. yüzyıldan kalma bir eser ismine rastlıyoruz kâh “Es-seyyid Halil Efendi tohumu”ndan haberdar oluyoruz. Benim Michael Porter’dan öğrendiğim Hollanda çiçekçiliğinin serüvenini, Cevat Rüştü henüz 20. yüzyılın başlarında insanımıza anlatmaya çalışıyor. Lâlelerimizin Felemenk lâlelerinden daha önde olduğunu, bu yüzden düzgün bir şekilde yetiştiricilik yapıp bundan Hollanda gibi yüksek getiriler elde edebileceğimizi söylüyor. Ayrıca lâleyi tüm milletlerden daha fazla sevdiğimizi de belirtiyor. Bu sevginin bir sebebi de, Mehmet Aşkî Efendi’nin dediği gibidir: “Mazhar-ı ism-i Celâl olmasa âyâ lâle / Bulamazdı bu kadar rütbe i vâlâ lâle”

Cevat Rüştü Osmanlı’da, özellikle İstanbul’da pek çok meşhur çiçek sevdalısından ve yetiştiricisinden bahsediyor. Bunlardan biri bir gül yetiştiricisi olan ve aynı zamanda “gülü gül ile tartanlar”dan olan Üsküdarî Nasuhî Mehmet Efendi’dir. “Nasuh-i beyazî” denilen bir karanfil onun güllerinden zuhur etmiş. Cevat Rüştü, bu gibi insanlar tarafından bahçıvanlığın bile “tarik-i bağbânî” addedildiğini söylüyor. Aynı zamanda Şeyhülislam Ebussuûd Efendi’nin de bir lâle, zerrin ve fulya yetiştiricisi, bir sâhib-i tohum olduğunu öğreniyoruz. Kendine has üç adet cins elde etmiş ve isimlerini de “Sarı Ebussuûd”, “Ebussuûd Beyazı” ve “Ebussuûd Müşâbihi” koymuş. Hatta Ebussuûd, “Bahçıvan Locasına” reis olmayı bir şeref addedermiş.

Türk’ün çiçek medeniyeti

Merhum Ergun Göze’nin şikayetini bir temenni olarak alalım, Kültür Bakanlığı’nın bu kitabı birkaç dilde yayınlatıp tüm dünyaya Türk’ün çiçek medeniyetini göstermesini dileyelim. Bu nadide eseri hazırlayan Nâzım H. Polat’ı ve yayımlayan Ötüken Neşriyat’ı tebrik edelim. Ayrıca bu kitabın devamı sayılabilecek “Türkler’de Ziraat Kültürü”nün de yine Ötüken’den çıktığını belirtelim.



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat